ECEL



ECEL GELDİĞİ ZAMAN NE BİR AN ERKENE ALINIR NE BİR AN GECİKTİRİLİR VAKTİNİN DOLDUĞU SANİYEDE CANI ALINIR
Belli bir zaman parçası ve bu parçanın sonu; vakit ve son.
Birşey için belirlenmiş zaman dilimine ecel denir. İnsanın veya herhangi bir canlının eceli, kendisine tâyin edilen ömürdür. "Ecelin gelmesi" ise, tâyin edilmiş bulunan ömrün son bulması, yani ölümdür.
Allah indinde her canlı için tâyin edilmiş bir ecel vardır. Eceli geldiğinde dünya hayatı son bulur.
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
ALLAH(CC) BUYURDUKİ EĞER İNSANLARIN HER YAPTKLARINI CEZALANDIRACAK OLSAYDIK YERYÜZÜNDE TEK CANLI KALMAZDI ONLARIN CEZALARINI ERTELERİZ ECELLERİ GELDİĞİNDE İSE NE BİR AN GERİ KALIR NE DE İLERİ GİDER
AYET: "Eğer Allah, insanları, yaptıkları her haksızlıkta cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Ecelleri (süreleri) geldiği zaman da bir an dahi ne geri kalırlar, ne de ilerوَلَنْ يُؤَخِّرَ اللّٰهُ نَفْسًا اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهَاۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَi geçerler" (en-Nahl, 16/61).
"Eceli geldiği zaman bir kimsenin ölümünü Allah geciktirmez" (el-Münafıkun, 63/11).
Ecel, kazâ ve kaderle ilgili bir meseledir. Nasıl diğer olayları Allah, geçmiş ve geleceği kuşatan ilmiyle belirlemişse, eceli de ilmiyle takdir etmiştir.
"Öldürülen kişi de eceliyle mi ölmüştür? Öldürülmüş olmasaydı daha bir müddet yaşayacak mıydı, yaşamayacak mıydı?" gibi sorular ister istemez akla gelmektedir. Nitekim bu hususta kimi âlimler farklı kanaat ileri sürmüşlerdir. Mutezîle'den bir kısım âlimlere göre öldürülen kişi eceliyle ölmemiştir. Öldürülmemiş olsaydı, daha bir müddet yaşayacaktı. Ehl-i Sünnet ile diğer Mutezilelere göre ise, eceliyle ölmüştür. Aksini ileri süren Mutezilîler, kullârın fiillerinin yaratılmasıyla ilgili görüşlerinden dolâyı bu görüşe vârmışlardır. Çünkü onlara göre fiilin faili, bizzat kulun kendisidir. O halde öldürme işi, öldüren katilin kendi işidir.
Ehl-i Sünnet'in tamamına göre öldürülen kişi de eceliyle ölmüştür. Ancak katil bu fiilinden dolayı ceza görür. Eceliyle ölmediğini söylemek yanlıştır. Allah o kişinin öldürüleceğini önceden bilmektedir ve ecelini de ona göre tâyin etmiştir. Allah onda ölümü yaratmasından dolayı ölmüştür. Öldürülerek ölen kimse için, "Öldürülmeseydi yaşayacaktı" gibi sözler söylemek doğru değildir. Hattâ "öldürülmemiş olsaydı, ne olurdu?" gibi bir varsayım üzerinde birtakım görüşler ileri sürmek dahi yanlıştır. Çünkü bütün bunlar Allah'ın takdiriyle olmaktadır ve aksi sözkonusu olamaz (İmâmu'l-Harameyn el-Cüveynî, Kitâbu 'l-İrşâd ilâ Kavâti'i 'l-Edilleti fî Usûli'l-İ'tikad, Mısır 1950, 363).
"Bir canlıya ömür verilmesi de, ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır" (el-Fâtır, 35/11) âyetinde "Ömrünün kısaltılması " ifadesiyle ilgili olarak İmâmu'l-Haremeyn el-Cüveynî (öl. 478/1085) şöyle demektedir: Bu âyetle iki durum kastedilmiştir ki, onlardan biri: Bir kimsenin benzerlerine nazaran ömrünün eksiltilmesidir. Yoksa, Allah'ın ilminde mevcut olan ömrünün eksiltilmesi anlamında değildir. Bu nasıl mümkün olsun ki, Allah, ilminde onun ecelini takdir etmiştir. İkinci durum ise: Eksiltme ve arttırmanın, melekler indindeki sahifelerde gerçekleşmesidir. Onların sahifelerinde birşey mutlak olarak yazılıdır ama, Allah'ın ilminde kayıt altına alınmıştır. Vukubulacak olan da, bu kayıt altına alınan şekildir. Âlimler, "Allah, dilediğini siler, dilediğini bırakır. (Bütün) kitapların anası, O'nun yanındadır" (er-Ra'd, 13/39) âyetini de buna hamletmişlerdir (el-Cüveynî, a.g.e., 363).
O halde Allah indindeki ilim, yani kader, katiyyen değişmez. Levh-i Mahfûz'da ne yazılmışsa mutlaka olur. Ancak meleklerin yanında da olayların yazılı bulunduğu sayfalar vardır ve bu sayfalarda yazılanlar, değişikliğe maruz kalabilir.
Bu gibi konular gayb âlemini ilgilendirdiği için tabiatıyla onların mâhiyetlerini bilemeyiz. Meleklerin yanında bulunan sayfaların değişmesinin elbette bir hikmeti vardır. Belki de bunun hikmeti, meleklerin gayba tam olarak vâkıf olmalarını engellemektir. Allah neyi diler ve murad ederse mutlaka onda bir hikmet vardır.

HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ

فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ

“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Ali İmran, 3/185).
ÖZET

Kur’n’ı Kerim’de ölümün yaratılmasının sebebi şöyle açıklanır:

اَلَّذي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً

"O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır" (Mülk, 67/2). Ölüm, ancak Yüce Allah'ın belirlediği zaman vuku bulur: "Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez." (Âl-i İmran, 3/145).



Hayatın bu gerçeği karşısında ölüme hazırlıklı olmak her insanın görevi olmalıdır.

Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
قالَ رسولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم: أَكْثِرُوا ذِكْرَ هَادِمِ اللَّذَّاتِ

“Lezzetleri yok eden ölümü çokça anınız.” (Tirmizi, zühd, 4).

Ölümden sonra başlayacak yeni hayatta, herkes dünyada yaptığının karşılığını görecektir. Cennete kavuşanlar hiç bitmeyecek ve azalmayacak bir nimet içinde olacak; orada sevinçleri, elem ve keder bölmeyecek; huzur ve emniyeti, korkular gidermeyecek; zevkleri, acılar kesmeyecektir.

Ölüm ruhun bedeni terk etmesi, insanın bu dünyadan ahirete göç etmesidir.

Ölüm, hiçbir zaman, "ölmek" değil; gerçekte "dirilme"dir, hayat bulmadır. Dünya hayatında diri olabilenler, ölümle "sıla"sına kavuşmuş, gurbetten kurtulmuş olur.

Birbiri peşinden gelip giden mevsimler, etrafımızda olup bitenler, her yıl değiştiğini gördüğümüz aynadaki yüzümüz, dökülen ve ağaran saçlarımız bir yere doğru gittiğimizi bize hatırlatır. Fakat gerçekler bizi korkuttuğu için, bu hatırlatmayı görmezden geliriz.


Ölüm düşüncesi, insanın dünyaya büsbütün bağlanmasına ve âhireti unutmasına engel olur.

Dünya sevgisi, çok yaşama arzusu, zengin olma hırsı o kadar kuvvetli duygulardır ki, o duyguları zararsız hale getirebilecek yegâne ilaç, ölüm fikridir.
أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ

“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.” (Nisa, 4/78.)

Çocuklar deniz kenarında oynarken kumdan evler yapar, onunla bir müddet oynar, canları sıkılınca da kendilerini saatlerce oyalayan bu evi bir tekmeyle yerle bir ederler. Yahut şiddetli bir dalga, o evcikleri yalayıp yutar.

Ölüm de böyledir. Gelecek günlere dair hayalinde nice planlar, projeler yapan insan, birden bire ölümü hatırlayınca hayal ufkunu acı bir hüzün kaplar. Zihnindeki planları gerçekleştirmek üzere olan kimseler, ha bugün ha yarın diye çırpınıp dururken, ölüm her şeyi bir anda yıkıp dağıtır. Onca emek ve zahmet, çocukların kumdan evi gibi yok olup gider.

Anlaşılması zor bazı konuları şekiller çizerek anlattığını gördüğümüz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir gün Ebû Saîd el-Hudrî’nin söylediğine göre yere bir çubuk dikti. Sonra bunun yanına ikinci bir çubuk, biraz ilerisine üçüncü bir çubuk dikti. Daha sonra ashâbına dönerek:

“Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu.

Onlar her zaman yaptıkları gibi: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dediler.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kendisini merakla dinleyen ashâbına meseleyi şöyle açıkladı:

“Bu birinci çubuk insan, ikincisi onun eceli, üçüncüsü de istek ve arzularıdır. İnsan kuruntular peşinde koşup dururken ecel önünü keser ve onu alıp götürür.” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 18).

Bu hadis-i şeriften insanın sonsuz istek ve arzuları olmasına rağmen sonunun ölüm olduğu gerçeği anlaşılmaktadır. Atalarımız da, “Dünya kime kalmış ki, bana kalsın!”, “Dünya malı dünyada kalır” diyerek bu değişmeyen hakikate olan inancını gösterir.

Bera bin Azip isimli sahabe -Allah ondan razı olsun- diyor ki: “Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle beraber Medine’de dolaşıyorduk. Resûlullah (sav), boş bir arazide kalabalık bir grup gördü. ‘Kim bu adamlar, ne yapıyorlar burada?’ diye sordu. ‘Ya Resûlallah! Bir cenaze var, o cenazenin mezarı kazılıyor.’ dediler.” Bera bin Azip (ra) diyor ki: “Rasûlullah o kadar hızlı hareket etti ki biz geride kaldık, koştu mezarın kazıldığı yere gitti. Yere çömeldi. Ben de ne yapacak diye merak edip tam karşına geçtim. Orada birkaç kişi mezar kazıyorlardı. Resûlullah (sav) dizlerinin üzerine çömelmiş, mezar kazılışını seyrediyordu.O arada tefekküre daldı. Mezar kazılıncaya kadar ağladı. “Sonra mezar kazıldı, ‘Cenazeyi getirin.’ dendi; Resûlullah (sav) ayağa kalktı, eliyle mezarı işaret edip ‘Canım kardeşlerim! Şura için hazırlık yapın!’ ‘Şura için hazırlık yapın!’ buyurdu.” (Ahmed bin Hanbel ve Beyhaki Şuabu’l İman).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder